Yola Düşen Çocuk
Yer Ankara. Sıradan bir mahalle, sıradan bir park. İnsanlar güneşin özlenen yüzünü bulmuş. Banklara, kenardaki taşlara oturmuş, günün tadını çıkarıyor. Ağaçların altında toplaşmış kuşlar cıvıl cıvıl yerdeki kırıntılar için savaşırken, kıyılarda güneşe karnını verip yatmış iki güzel köpek. Biri tipik sarılı beyazlı sokak canı, diğeri siyah ve irice güzel bir köpek. Çevre ile zerrece ilgileri yok. Belli ki ve iyi ki karınları da doyurulmuş “iyi insanlar” tarafından. Özetle sıradan güzel bir öğle saati. Parka yakın bir okul olduğundan öğrenciler, gençler de parkta kümelenmiş oturuyor. Şakalaşıyor, içecekleri ellerinde eğleniyorlar.
Her toplulukta baş gösteren o sevimsiz çıkıntı tipteki ergen oğlanlardan biri de buradaymış meğer. Gelip geçen kızlara yüksek sesle sarkıntılık yapıyor, oğlanlara omuz atıyor, bağırıyor durmadan. Aklınca buranın “en” şeyi benim işte diye yırtınıyor. Doğrusu kimse ona aldırmıyor ama o durmadan el artırıyor. Kimse O’na uymak istemiyor aslında. Çünkü bela olup bulaşacağı çok açık.
Yakınından geçen kızlardan birine ayağıyla uzanıp tacize kalkışınca diğer oğlanlar biraz sertçe müdahale etti bu tuhaf oğlana. Biraz pısar gibi oldu. Böyle gürültülü tipler genelde sert bir tepkiyle karşılaşınca hemen pısırıklaşır. Özüne döner yani. Kendisini sertçe uyaran ve posta koyan grup uzaklaşınca biraz sessiz kalıp yeniden başladı sağa sola saldırmaya.
Önce çantalarıyla okula giden daha küçük yaşta bir öğrenci grubunun önüne aniden atlayarak aklınca mafya ağzı jargonlarla ürküttü onları. Bu kez de parktaki yetişkinler sözle müdahale edince yine oturduğu taş basamağa geçti sessizce.
Elindeki içeceğin metal kabını yola, araçların önüne doğru fırlattı yüksek sesle bağırarak. Tam bir sosyolojik virüs.
Yanı başında çiçeklenmeye başlamış bir ağacın dalını eline geçirip kırmaya çabaladığında ben de olaya bir yerinden dahil olmak zorunda kaldım, hiç de ummaz ve böyle bir şey beklemezken, “kırmasana o dalı, neden yapıyorsun?” diye uyardım. E tabii bu tür yetiştirilmiş çocukların çoğunda olduğu gibi, gördüğü ( olumlu olumsuz fark etmiyor bunlara) ilgiden memnun “ sana ne, senin mi?” cevabı şak diye geldi. Sakin kalmaya devam ederek “evet benim, buradaki herkesin, o dalı hemen bırak” dedim. Sesim de biraz yükseldi haliyle. Birkaç kişi daha olaya dahil olunca dalı bıraktı, az öteye gidip söylenerek başka bir taş basamağa oturdu. Arkasını oradakilere döndü yola bakarak herkese ve her şeye sataşmaya devam etti. Tabi bu arada dersi yok mu, elinde paçavraya dönmüş katlanmış kirli defterle hangi okula gidiyor, cebinden ucu görünen “çakı” ile okula nasıl girip çıkıyor diye düşünmeden edemedim.
Bazı zamanlarda beladan kaçamıyor insan. “bana ne ” diyemeyen birisiyseniz bu olasılık her yer de ve her zaman yüksektir.
Bu kez oturduğu yerden ağaçların altında biriken serçelere, güvercin ve kumrulara ayağıyla vurmaya çalışıyordu. Gözüm üstünde hep. Allah’tan kuşlar aniden uçuyor kaçıyor, daha uzağa bir yere konuyorlardı. Kimse onunla ilgilenmeyince bir iki öğrenciye daha sarmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Ayağa kalkıp kuşları kollarıyla elleriyle vurarak düşürmeye çalıştı bu kez. Hatta arada yanından geçen bir kediye tekme salladı, tutturamadı. O hırsla kuşlara iyice dadandı. Bir iki su kabını alıp üzerlerine fırlattı içindeki suyla. Herkes izliyor, kimsede çıt yok. Böyle “başı bozuk ve tehlikeli” biriyle başı belaya girsin istemiyor hiç kimse. Son derece rahatsız edici, sinir bozucu.
Ama böyle oldukça bu tip kişiler de azgınlığını artırıyor işte. Tam bu noktada “keşke şu an bu parkın huzurunu kaçıran ve potansiyelinin kötü olabileceğini gördüğümüz bu ergen için, polisi arayabilsek; hemen gelse, birkaç uyarı yapsa” ne güzel olurdu diye üzülerek düşündüm. Polis ne yazık ki kan, ölüm, büyük arbede olmadan gelmez bu ülkede. Öyle bir güvenimiz, teminatımız yok. Keşke olsaydı. Belki bu tam zamanında yapılabilecek müdahale “o çocuk için” bile yararlı olacak, yaşadığı ruh hali neyse onu aşmasına sebep olabilecek bir hareket olabilir. Ama olmuyor.
Ben bunları düşünürken kuşların peşinden zıplayan veledin ayağı kaydı ve araç trafiğinin olduğu caddeye doğru yuvarlanıverdi. Tabii kornalar, bağırış çağırış başladı hemen. Elleri asfalta düşmekten berelenmiş, pantolonu yırtılmış ayakkabısı savrulmuştu dakikalar içinde.
Tam o anda güneşin altında yatan sarılı beyazlı köpek de gürültüyle uyanıp olay yerine koşmuştu. Ah bu kadar insana yakın, bu kadar güzel, bu kadar “iyi” olmasalar keşke.
O sırada bir kare resim olsaydı, “trafiğin ortasında yatan bereli bir öğrenci masum çocuk, durmuş arabalar ve yakınında bir koca köpek” görünecekti. Meraklı meraklı diğer insanlarla birlikte patırtıya gelmiş olana bitene bakan bir köpek.
Yaşadıklarımızdan bildiğim için köpeği çağırdım sessizce. Bir baktım benim gibi birkaç kişi de köpeğe sesleniyor; “sessizce”. Birazdan haksız olmadığımızı da anladık. Birisi hemen meydana fırlayıp “ben gördüm, köpek kovaladı çocuğu, o da kaçarken düştü ” deyiverdi. Kan beynime sıçradı.
Köpeği hemen orada benim gibi sessizce köpeği tehlikeden kurtarmaya çalışanlardan birine gözlerimizle anlaşarak teslim edip yolun ortasına yürüdüm. Bağıran kişiye “baştan beri buradayım, her şeye saldıran bu çocuk yola kendisi düştü, yalan söylüyorsunuz, bu bir suç sizi şikayet ediyorum hemen” dedim. Polisi arıyorum diye telefonu elime alınca sıvıştı gitti fırsatçı yalancı, ahlaksız şahıs. Bir süre sonra polis geldi. Tabii trafik durdu ve karmaşa oldu diye haber verildiği için geldi.
Olanı biteni anlattık, velet mağdur havalarında görseniz sarılıp “üzülme yavrum biz tüm köpekleri, kuşları, kedileri, hatta yaşıtlarını hemen öldürürüz sen de rahat edersin” diyesiniz gelir.
Bu kötülük tohumu “hayır bana köpek saldırmadı” demedi inanın. İnsanlığımdan, hayattan, her şeyden umudun kesilebileceği, utanç dolu bir andı. Saldırdı dese o gün çok başka sonuçlanabilirdi maalesef. Aklına gelmedi de onu da demedi şükür. Geldiğimiz noktaya bakın.
Israrla ve yüksek sesle, hatta tam da böyle zamanlarda bazen gerektiği gibi mesleğimi de kullanarak etrafı susturup, çocuğu ailesine teslim etmeleri için polis arkadaşlardan yardım isteyip insanları da doğrusu biraz “üstenci ve bilmiş” bir dille uyararak tekrar banka oturdum. Köpekler ne olup bittiğini bile anlamadan eski yerlerine dönüp uyuklamaya başlamıştı bile.
Bu kez “köpek katliamı” na gitmedi kötülükler silsilesi… Ama gittiği çok yer ve zaman var. Gözünüz açık, kalbiniz cesaretli ve mücadeleniz kolay olsun diliyorum.
Kızları taciz eden, kuş kovalayan, kediye tekme sallayan “yaratıklar” yüzünden bir toplum köpek katliamına teşne ediliyor.
Orada bir anlık enstantane bulup, köpeği de dahi edip aklınca “çocuklara saldıran köpekler” haberi yapacak bir “ gazeteci “ olmadığı için çok şanslıydık. Ne acı değil mi?
Hülya Yalçın