Sınırları çizilmiş mücadele olur mu?
Hayatımız boyunca bulunduğumuz ortamlarda genel kabul görmüş davranışların, tutumların bize dayatılmasına maruz kaldık. Bunların dışına çıktığımızda; uyumsuz, aykırı, düzeltilmesi gereken olarak nitelendirildik. Toplumsal hayatın aile, okul, iş ve benzeri her kademesinde bu dayatma durumunu yaşıyoruz. Toplumun temelini aile oluşturur argümanı her ne kadar aileye “sağlam” ve “doğru” bir toplumun temelini ifade etme gibi bir anlam yüklese de aslında bunu dayatma ve sınır çizme düzenin ilk halkası olarak nitelendirmek daha doğru olur. Yaşadığımız bu dayatma halinin devlet politikası haline gelmiş versiyonu da hukuk oluyor. Hukuk kavramı da karşımıza kanun, yönetmelik vs. olarak çıkıyor.
Her insan bu düzene karşı hayatının farklı dönemlerinde uyanıyor. Uyanış sonrası kimisi var olmayı sürdüremiyor, kimisi bu düzeni değiştirme yönünde bir tavır ortaya koyuyor, kimisi de fark etmesine rağmen bu uyanıştan kaçmayı ve düzen içinde kalmayı tercih ediyor.
Mevzunun bizi ilgilendiren kısmı; hayvan hakları mücadelesi, mücadelenin kapsamı, yolu, yöntemi. Hayvan hakları mücadelesi çok garip olsa da ikiye ayrılmış bir durumdadır. Tüm hayvanların hakları için mücadele edenler ile kedilerin ve köpeklerin hakları için mücadele edenler. Bu durumun toplumsal, kültürel alışkanlıklar; dayatma düzeni vs. gerekçelerini tartışmanın bir anlamı yok, nihayetinde böyle bir görünüm var. Bu iki grubun mücadeleleri de ister istemez birbirinden farklı oluyor. Farkın ortaya çıktığı yer de tam olarak devletin hukuk eliyle çizdiği sınırlar ile ilgili.
İlk grup, yani tüm hayvanların hakları için mücadele edenler için çizilen sınırlar içinde kalmak mümkün değil, çünkü hayvanların yüzde doksanı sınır dışı edilmiş durumda. Bu grup sınırları aşan mücadeleyi, mücadeleye dahil olduğu andan itibaren tecrübe etmiş ve etmeye de devam ediyor. O yüzden bu grup için 2024 ağustos süreci; alışılmadık, olağan dışı değil, her zaman beklenen ve hazır olunan bir gelişmeydi.
İkinci grup ise 2024 ağustos ayına kadar, çizilen sınırlar içinde sunulan imkanlarla bir mücadele yürütüyordu. Bu sınırları çizen ve imkanları sunan yapı, bir anda sınırları daralttı, imkanları kısıtladı ve köpekler de sınır dışı edildi. Bu grup için bir uyanış dönemi başlıyor. Yirmi yıldır köpek lehine kullanılan “kanun gereği” ibaresi, şimdi köpek aleyhine kullanılıyor.
Manzara böyle olunca özellikle ikinci grupta yeni duruma ilk tepki, köpekleri kanunun çizdiği yeni sınırlar içinde nasıl koruyabilirim oldu. Bunun en yaygın örneğini bir yer çevirelim, köpekleri oraya koyalım argümanıyla gördük. Bu zaten tam da yeni kanunun dayattığı ve istediği durum. En son taslağı sızan yönetmelikte de hemen açılmış o başlık. Biz zaten her koşulda onların istediğini yapacak ve ona uyacaksak bunun adı neden mücadele? Sürekli uyum sağlamak, mücadele etmek değildir. Önümüzde buna dair çarpıcı bir örnek de var: 2021 yılı ve sonrasında mücadele etmek yerine uyum sağlamayı seçtiğimiz yasaklı ırkların sonunu görüyoruz. Onlar hakkında kanunda ve yönetmelikte açık açık “öldürülür” yazıyor.
Ya da bir başka uyum sağlama görünümü; hepsini üstümüze kaydedelim, hepsini sahiplenelim. Yine yönetmelikte gördük, o işin önüne nasıl taşlar koyuldu. Biz yıllarca yönetim planı yasağı engelini kaldırın dedik, onlar işin sonunda yönetim planı yasağı varsa köpek alamazsın dedi. Şunu çok iyi anlamamız gerekiyor: Onların niyeti ne bakımevinde bakmak ne sahiplendirmek, sadece öldürmek.
Biz de şu anki mücadeleyi böyle bir yerden kurmalıyız. Sokakta özgür yaşam mı yoksa ölüm mü? Bu netlik dışındaki tüm uyum sağlama tavırlarının sonu yasaklı ırk örneğinde de gördüğümüz gibi direkt olarak ölüm. Tabii ki herkesin aklında aynı soru: Nasıl? Bunun net, sihirli bir cevabı yok. Birlikte düşünüp yeni yollar, yöntemler, stratejiler bulacağız. Hep yaptık, yine yapacağız. Yapmamız gereken en önemli şey, bu doğru yöne doğru uyanışı olabildiğince yaymak ve genişletmek. Maruz kaldığımız bu dayatma halinin tek bir kırılma noktası var, o da toplumsal karşılığının olmaması. Toplumsal karşılığının olmadığını son birkaç ayda yaşadığımız Niğde, Altındağ, Gebze, Ümraniye tepkilerinde gördük. Hızlı, etkili, sürekli, görünür tepki. Bu tepkinin saha, adliye, medya ve benzeri birçok ayağı var, hepsinin de rolü çok önemli.
Yeni bir döneme girdik, çok ağır geçiyor, daha da ağırlaşacak gibi görünüyor. İnsanların hayvan hakları ihlallerine ilişkin genel tepkisi “bana izletme, ben dayanamıyorum” gibi argümanlar oluyor. Ama bu sefer kaçış yok, katliam gözümüzün önünde yaşanıyor. Yıllardır her sabah karşılaştığımız köpekler, tek tek yok ediliyor. İşimiz çok zor ama biz güçlü ve doğru durursak onların işi çok daha zor. Birbirimize güç olalım, birbirimizden güç alalım, gözümüz her zaman hayvanda olsun.
Barış Karlı