Savunmanın Kör Noktası
Staj Eğitim Merkezindeki Avukat Hakları derslerinde genç meslektaşlarıma mutlaka bir soru sorarak başlıyorum her derse. Bu dersin adı ders, kendisi meslekî paylaşımlar ve motivasyon uygulaması bence.
Zaten uzun yıllar hukuk eğitimi almış genç hukukçu arkadaşlarıma yeniden fakülte havasında ders anlatmaktansa meslekî pratik ve sosyal gerçeklerle yüzleşmeye ilişkin konuşmayı tercih ediyorum kendi adıma.
Onlara her gün karşılaştıkları, sıradan bir insanın öylece pat
diye sorduğu soruyu yöneltiyorum. Bir çocuk tecavüzcüsü ve katilini savunur muydunuz
diyorum.
Avukatın, istemediği işi almama hakkını da göz önüne alarak kesinlikle hayır
diyenler olduğu gibi, evet herkesin savunulması prensibine inandığım için alırım
diyenler de oluyor. Toplumun bakış açısını da düşününce her türden suçlunun avukatlığını yapabilmek öyle kolay bir iş değil.
Bir suç meydana geldiğinde, suçlu konumundaki kişinin büyük bir yalnızlığı vardır. Suçlu olduğu düşünülen kişinin önüne bir çizgi çizdiğimizi düşünelim. Bu çizginin öte yanında, başta basın olmak üzere; polis, jandarma, emniyet birimleri, Cumhuriyet Savcıları, Hakimler, tüm kollarıyla medya, mağdurun yakınları ve empatik olarak yakınlık hissedenler vardır. İstisnai durumlar dışında bu hep böyledir.
Şüphelinin yanında ise sadece her koşulda onunla olması doğal olan ailesi (bazen onlar da çizginin ötesinde olurlar) ve avukatı bulunur. Bu durum çizginin karşı tarafındaki kalabalığa avukatın da tamamen tek başına bir savaş vermesi gibi algılanabilir, ama gerçekte, hukukun tam anlamıyla adilane bir uygulama sahası bulabilmesinin olmazsa olmazıdır. Diğer yandakiler doğal olarak diğer yandadır.
Adaletin tecellisi için şüphelinin savunmaya eşit silâhlarla katılması Türk Ceza Sisteminin en önemli prensiplerinden birisidir. Burada Hakim için diğer yan derken, şüphelinin yanında doğrudan yer almamasını kastediyorum. Çoğu avukat, sanık muhakeme sonunda beraat etmiş olsa bile çocuk katili ve tecavüzcüsünün avukatı
damgasını yemek istemez. Toplum hafızası beraat ya da aklanmayı değil bütün berraklığıyla en başta vurulan ve lekesi hiç çıkmayan damgayı hatırlamaya meyillidir.
İşte tam da bu nedenle çizginin bu tarafındaki kişiyle yanyana duran hukukçuların sorumluluğu direkt adaletin uygulanmasıyla ilgilidir. Bunun savunulacak nesi olabilir ki? Suçüstü yakalanmış, bir sürü şahit var, itiraf da etmiş işte diyerek orada avukatın bulunmasını yadırgayan sözleri sıkça duyarız.
Olaya ters yönden bakılmasını sağlayabildiğimizde ise bunun aslında hakka, adalete mutlak bir katkı ve zorunluluk olduğunu görüyoruz. Şüphe ile insanların mahkûm edildiği bir sistemde adalete güven mümkün değildir. Avukatın durduğu nokta ise zanlının savunma hakkının yasal olarak en üst düzeyde korunması
noktasıdır.
Şöyle düşünelim; siz de bir katili savunmam, savunulmamalı
diyenlerden olun sözgelimi.
Teknik olarak katil
nedir? katleden
yani öldüren kişidir. Bunda bir şüphe yok. Bir akşam evinize geldiniz, aracınızdan inerken küçük çocuğunuzu boğmaya çalışan birini gördünüz diyelim. O anda hemen polisi arayabilen, yardım istemeyi düşünebilen kaç soğukkanlı kişi çıkar bilmiyorum ama, tahminim direkt üstüne atlayıp çocuğunuzu onun elinden alırdınız hepiniz.
Bu arada öfke ve panik de devreye girince sert bir iki yumruk da attınız varsayalım. Saldırgan yere düştü, düşerken başını betona çarptı ve hayatını kaybetti. Üstelik o telâşta fark etmediniz ama yaşı küçük bir çocuktu diyelim saldırgan.
Bütün ayrıntılar bir yana, siz o anda teknik olarak bir katil
sinizdir artık. Tıpkı bunlar savunulmaz çocuk katili tecavüzcüler
denilen şüphelilerden birisi gibi. Sebepleriniz, infialiniz hiç bir şey bu gerçeği değiştiremez. O anda çizginin beri yanında tek başınıza kalmak ister miydiniz?
Ya da sizin olay anındaki duygularınızı, kapıldığınız infiali, gözünüzün kararmasını, deliye dönüşünüzü, tehlikeyi bertaraf etmeye çalışırken kastınızı aştığınızı fark etmediğinizi hukuki teknikle diğerlerine anlatacak birinin varlığını şiddetle arar mıydınız? İşte mesele burada. Avukat suçlunun suçu işlemediğinin değil, işlenen suçun adil bir şablona oturtularak, ne eksik ne fazlaya kaçmadan adil bir yargılama yapılmasının
güvencesidir. Böyle olduğu zaman adalete güvenecektir insanlar.
Herkesin sonuna kadar adil bir süreçte yargılanması, adli kaçakların sızıntıların da önüne geçebilir. Suç işlenmeyen toplum yoktur. Toplumlar arasındaki asıl fark, suçların cezalandırılması sonucuna giden hukuki sürecin niteliğidir. Adil bir yargılama, bütün delillerin hakkıyla değerlendirilmesi, hukuki prensiplere uyularak yapılan bir muhakeme herkesi ve en başta kamu vicdanını tatmin edebilecektir.
Suç ve ceza açısından tatmin olmayan kamu vicdanı sürekli homurdanan bozuk bir araç motoru gibi huzursuzluk verir insanlara. Nerede stop edeceği ya da aniden alev alıp tutuşacağı belli olmayan potansiyel bir arıza.
Bu nedenle hukuk herkes içindir demeli, hukukun kanundan öte bir kavram olduğunun altını kalın bir çizgiyle belirlemeliyiz.
Suç ne olursa olsun, suçlunun savunmasını yapmak demek illâ ki onun suç işlemediğini kanıtlamak
değil, suça giden süreçte yaşanılanları da hukuki potada değerlendirip, mahkemeye sunarak, suç ve cezada dengeyi sağlamaktır. Eminim pek çok meslektaşım bu konuda benzer sorunlarla karşılaşmış ve karşılaşmaktadır. Hukukun artık basın ve siyasî söylemler yoluyla herkesin hayatına yakinen dahil olması nedeniyle böyle bir açıklama yapmanın zamanı gelmişti.
Herkese adil paylaşımlı bir dünya diliyorum.