Merhamet Kâhyası
“Keyfimin kâhyası mısın” çıkışını sıkça duyarız sokakta orada burada. Nedir ki kâhya?
Bazı tanımlarda “gerekmediği halde başkalarının işlerine karışan; üzerine vazife değilken lâfın ortasına dalıp kendini ön plana çıkarmaya çalışan” gibi anlamlarda geçiyor olsa da, aslında “konak, çiftlik, malikane gibi yerlerde türlü işleri yapmakla görevli çalışan başı” olarak bilinir kâhya.
Bir de “otopark kâhyası” var uzun zamandır dilimize yerleşen.
Ben bugün yeni bir kâhya türünden söz edeceğim.
Bu tanımlamayı yapmamın sebebi “kahya”lığını abartanlarla son günlerde sıkça yaşadığım tatsızlıklar.
Bana göre “kahya”, işgüzarlığı iş edinmiş kişidir.
Bu yaz döneminde hayvanlara yapılan rutin kötülükleri meraklısı yakından biliyor. İşkencelerin, aç susuz terk etmelerin, tecavüz ve dayakla öldürmelerin, zaten susuzluk ve açlıkla cebelleşen bu masumları zehirlemelerin sonu gelmiyor maalesef. Yasalar yoluyla mücadele tutuk ve yetersiz. Gerçi en iyi yasa bile çıkarılsa mevcut insan malzememizle durumun gene böyle olacağını üzülerek hatırlatayım.
Gelelim yazının başlığında belirttiğim merhamet kâhyalarına: Bu kişiler genellikle herhangi bir olumlu girişime destek vermeyen; çoğunluk neredeyse oraya yanaşıp,tabiri caizse goygoy yaparak kendini eğleyen; arada sırada da o çoğunluğa yaranmak için aklınca karşı argüman geliştiren kof ve sinir bozucu insanlardır. Onca yıllık hak arama mücadelemde çok rastladım bu tip kişilere. Her yerde her an insanın karşısına çıkıp çoğunluk güvenceli bir özgüvenle ağızlarını açıp konuşmaya başlarlar.
Geçenlerde çarşı ortasında karşılaştım içlerinden biriyle. Kalabalık içinde sıcaktan gözlerini bile açmaya mecali olmayan iri cüsseli üç dört köpek meydanda serilmiş yatıyor. Kadıköy’ün meşhur Çatalburun’u da aralarında. Yüzlerce insan gelip geçiyor, ne onlar ne köpekler rahatsız.
Derken beklenen insan prototipi yaklaşıyor ve köpekleri ayağıyla itelemeye başlıyor.
Kendimi tutamıyor ve “neden taciz ediyorsunuz, hayvanları rahat bıraksanıza” diyorum.
Omuzlarını kaldırıp, etrafa destek arar bakışlar fırlatmayı ihmal etmeden, “insanlar rahatsız oluyor, kovalıyorum” diyor.
Benim bile kendimden ummadığım bir sabırla “gördüğüm kadarıyla sizden başka umurunda olan da rahatsız olan da yok, rahat bırakın hayvanları” diye cevap veriyorum.
Yine etrafa bakarak “bunlar birini ısırırsa ne olacak, sen mi tedavi ettireceksin” diye gayet öngörülü ve tribünden “aa tabi ya” desteği gelmesi ihtimali olan profesyonel bir tarza bürünüyor.
Bazı hayvan sevenlerin hayran olduğum “kışkırmama” kodu şaşılacak şekilde bende de harekete geçiyor. “Bakın beyefendi, bu sıcakta zaten halleri yok, sadece uyukluyorlar ve herkes halinden memnun. Siz de rahat bırakırsanız hiç sorun kalmayacak” diyorum.
Bir yargıç edasıyla “siiz zateen” diye başlayan cümleler kuruyor. Belli ki daha önceden bu sebeplerle başkalarıyla giriştiği ve muhtemelen rezil olup kaldığı ortamların acısını biriktirmiş, faturayı bana kesecek.
Biz değil, bir tek ben varım burda, sizinle konuşuyorum, bırakın genellemeyi” diyorum. Ve “bu köpekler dediğiniz gibi zararlı olsaydı, şu ana kadar o kaldırdığınız bacaklarınız paramparça olurdu, bilmem farkında mısınız” diye ekliyorum.
Bir an tırsıp ayağını indiriyor. Köpeklerse ayakla itilme faaliyeti durduğu anda yeniden bunaltılı uykularına dönüyor. Kaldırım ve sokak kâhyası efendi ise etrafta insanların toplanmasından ve köpeklerin hâlâ orada yatıyor olmasından doğan öfkesiyle son -ve kendince damardan- vuruşunu yapıyor.
– “Sokaklarda onca aç çocuk var, askerlerimiz ölüyor, Afrikadaki açlar…”
Normalde, bütün bu insanlar arası kötülüklerin “hayvanların suçu olmadığını, onların da kötü sistemden mağdur olduklarını” falan anlatırım, ama bu kez kavuran sıcağın altında bu şovu kısa kestirmeye karar veriyor ve “sana ne adam MERHAMETİMİN KAHYASI MISIN” diye sesimi yükseltiyorum.
Öyle ya kim parmağını sallayarak bir başkasına “neye acıyıp, neye üzülüp üzülmeyeceğini” dikte edebilir?
Beklemiyordu sanırım ki afallıyor.
Doğrusu ben de kendimden beklemiyordum o an bu çıkışı. Malum gergin siyasî ortamda “asker, şehit, açlık” falan diyen birine “merhametimin kâhyası mısın” sorusu başka tür bir gerginliğin bam teline basmış olabilirdi.
Bu da benim bam telim aslında. Alttan alamıyorum. Ne yapacağız? Bir kap temiz su, biraz yiyecek ve güvenle uyuyabilmek dışında talebi olmayan masumları korumak için tüm devlet politikalarının iyileşmesini mi bekleyeceğiz?
Neyse ki bu anlamsız lâf yarışı daha fazla uzamadı. Adam köpeklerden ve benden uzaklaşırken hâlâ söyleniyordu:
– “Bunlar bi çocuğa yardım etmez, bunlar analarını huzurevine koyar bi lokma ekmek vermez, bunlar vatanı satar…”
Çevremizde toplaşan kalabalıktan da cesaret bulamadığı için gitti bu kez. Başka bir yerde başka masumların canını acıtma potansiyelini daha da yoğunlaştırarak. Aradan iki üç üniversite öğrencisi işlem yaparken matikte bıraktığım kartı alıp getirdiler, “abla, merhamet kâhyası ne doğru bir tanımlama oldu, her konuda bunu yapıyorlar” falan diyerek destek ve memnuniyetlerini belirttiler.
Kart için gençlere teşekkür edip bir süre daha köpekleri izledim uzaktaki bir banktan.
Belli ki zaten hırslıydı, ağzının payını alınca daha da hırslandı merhamet kâhyası. Bu acıyı benden ve başka insanlardan çıkaramayacağı kesin, dönüp gelme ve zavallı köpeklere yeniden sataşma ihtimali var, azıcık oyalanmalı burada.
Gelmedi. Sonra esnafla konuştum, durum izleyenlere de “size emanet” diyerek biraz tedirgin ayrıldım oradan.
Sonra düşündüm; bu beş para etmez tipler, ya toplumun da desteğini alırsa ne olur?
Düşünmesi bile kötü. Dilerim herkes bu merhamet kâhyalarını iyi tanır ve ona göre davranır. Çünkü her türlü platformda hak mücadelesi verenler bilir ki her yerde bunlardan bir sürü var bu topraklarda.
Av. Hülya Yalçın
(http://derkenar.com/hulya-yalcin+merhamet-kahyasi)