Hayvan Hakları Mücadelesinin Yalnızlığı
Bütün hak mücadeleleri toplumda yaşanan bir adaletsizliğe, sömürüye, hak ihlaline tepkiyle başlar. Bu tepkinin zamanı da herkes için değişkenlik gösterir. Toplum doğumumuzdan itibaren bizim için kurallar belirler, bu kurallara göre yaşamamızın doğru, kuralların dışına çıkmamızın yanlış olduğunu söyler.
Bu kurallara, dayatılan doğrulara hayır deme hakkımız olduğunu kimimiz çok erken yaşta fark ederiz, kimimiz daha geç. Hayır deme hakkımızı ne kadar erken fark edersek o kadar iyi, hem bizim için hem de dayatılan adaletsizliğin tüm mağdurları için. Çünkü hayır deme hakkıyla tanışınca, sadece kendimiz için değil, tüm mağdurlar için hayır demeye başlıyoruz. Hatta bazen tanışmamız kendi yaşamımızla değil, başkasının yaşamıyla ilgili oluyor. Bu tanışmadan sonra kabuğumuzdan çıkıyoruz; duyarsızlık örtüsünü üstümüzden atıyoruz; ses çıkarmaya, tepki göstermeye başlıyoruz.
Kimimiz tepkimizi kadın bireyler, kimimiz çocuk bireyler, kimimiz lgbti bireyler, kimimiz hayvan bireyler ya da bunlar benzeri adaletsizliğe maruz kalan başka bireyler için yoğunlaştırıyoruz. Sadece tepki göstermekle kalmıyoruz, bu düzeni değiştirmek için fikir üretmeye başlıyoruz. Esasında tüm hak mücadeleleri arasında bu şekilde bir iş birliği var.
Ama maalesef hayvan bireyler için yürütülen mücadele biraz bu iş birliğinin dışında kalıyor. Sanki insan bireylerin mücadelesi tamamlandıktan sonra sıra hayvan bireylere gelmeli gibi düşünülüyor. İnsan bireyler için yürütülen mücadelenin yanında hayvan bireyler için yürütülen mücadele önemsiz görülüyor.
İnsan hakları mücadelesinin en önemli öncüleri bile çoğu zaman henüz hayvan sömürüsünün boyutlarıyla tanışmamış, kabuğunun o kısmından çıkamamış oluyor. Daha kötüsü bazıları sömürüyü fark ediyor, biliyor ama insanın sömürüldüğü düzende hayvanın sömürüsünden bahsetmeyi hakaret gibi algılıyor. Bazıları ise, insan hayatına keyif veren günlük aktiviteler olarak yansıtılan hayvan sömürüsü için keyfinden vazgeçmek istemiyor, görmezden geliyor.
Bizler, yoğunluğunu hayvan hakları mücadelesine vermiş olanlar, aslında kendi yürüttüğümüz mücadeleyi yaşam hakkı mücadelesi olarak tanımlıyoruz. Tüm hak mücadelelerine destek vermeye çalışıyoruz. Onur yürüyüşünde biz de polis şiddetine maruz kalıyoruz, kadına şiddet olaylarının duruşmalarında biz de hazır bulunuyoruz, iş cinayetlerine ses çıkarıyoruz, çocuk istismarına tepki gösteriyoruz. Biz de bütün bunlardan rahatsız oluyoruz, kendi mücadelemizden ayrı görmüyoruz.
Ama bu bahsi geçen şiddet, istismar, cinayet fiilleri hayvanlara yönelince, biz hep yalnız kalıyoruz, büyük bir kamuoyu tepkisi yaratamıyoruz. Bu tepkisizlik yüzünden 10 yıldan fazla süredir “hayvana şiddet suç olarak nitelendirilsin” diyoruz ama hâlâ başarabilmiş değiliz.
Belki bizde de problem var, mücadelemizi iyi anlatamıyoruz ama ineğin öldürülmesinin, köpeğin cinsel şiddete maruz kalmasının, maymunun kafese kapatılmasının yanlış olduğunu anlatmak zorunda kalmak, biz anlatmadan insanların fark edememeleri, özellikle de hak mücadelesi içindeki insanların fark edememeleri gerçekten çok üzücü.
Güçlünün güçsüze şiddet uygulamasını meşrulaştıran bu adaletsiz sömürü düzeninin kurallarını koyan fail, tüm bireyler için aynı. Bu fail insana da hayvana da aynı fiilleri yöneltiyor. Bütün mağdurlar için ortak bir mücadele yürütmeyi başaramazsak, birbirimizi yalnızlaştırırsak faili durdurmamız çok zor.
Bu yazıyı; bu bakış açısını hepimize öğreten, başta hayvan hakları mücadelesi olmak üzere bütün hak mücadelelerine büyük katkı sağlayan, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla hâlâ da katkı sağlamaya devam eden, 2019 kasım ayında kaybettiğimiz arkadaşımız ve yoldaşımız Burak Özgüner’in sözleriyle sonlandıralım.
“Dayanışma varsa, umut vardır.”