Benim Tuğlam
Diyelim ki biz bir duvar örmek istiyoruz. Elbette bunun için epey tuğla lazım. Doğrudan daldım konuya ki çok iyi anlayalım. Herkes bu duvarı çok istiyor. Çok gerekli bir şey bunu yapmamız ve herkes aynı fikirde. O zaman ilk işimiz duvarı örmeye yetecek kadar tuğla temin etmek olacaktır.
Bu duvarın uzunluğu, kalınlığı, nereye örüleceği gibi bazı ön bilgilerin de toplanması gerekli tabii. Ancak bunlar da aşağı yukarı belli. Yıllar içinde doğan ve gelişen ihtiyaca göre duvarın nasıl olacağı konusunda zaten herkes hemfikir.
Ve başlıyoruz. Herkes başlangıçta samimiyetle kaptığı tuğlayı getiriyor. Tuğlaların hepsi aynı. Ve gelen tuğla yerine konularak duvarı oluşturmaya başlıyor. Görünen o ki güçlü, istenilen niteliklerde ve sağlam bir duvar ortaya çıkacak.
Ama o da ne? Duvarın yüksekliği neredeyse yarıyı geçmeye başladığında bazıları “benim getirdiğim tuğla” daha önemli diye söylenmeye başlamış. Olacak iş değil. Biri diyor ki; bu tuğla en iyisi, onu ben buldum, o olmasaydı duvar iyi olmazdı ve onu ben bulup getirdim.
Pek çok kişi sadece duvarın yükselmesini ve tuğlaların aralıksız eklenmesini düşünürken bu ses dikkatlerini çekiyor. Önce aldırmıyorlar, tuğlaları getirmeye devam ediyorlar. Duvar iyice ortaya çıkmaya başlarken “benim tuğlam” cıların da sesi artmaya başlıyor. Şaşkınlık verici. Her getirdiği tuğlayı herkese göstererek “bunu ben koyuyorum bakın” demelerinden artık herkes rahatsız olmaya başladı. Susmalarını vazgeçmelerini bekleyerek işlerine devam ediyor diğer insanlar.
Duvar artık bitmeye yakın bir hâle gelirken, benim tuğlam, ben getirdim, bensiz olmaz sanrısına yakalananların hiç susmadığı izleniyor. Ve daha kötüsü onlara katılanlar da oluyor. Diğer insanlara kalsa bu bencil insanlar hiç tuğla getirmesin, onların yerine de üç beş fazla tuğlayı yine biz getirelim ve işimizi bitirelim diyorlar ama o da olmuyor. Bu çıkıntı ekip hem getirip hem söylenerek bezginliği artırıyor.
İşte bazı hak mücadelelerinde “benim tuğlam da benim tuğlam” diyen bencil kişiler yüzünden duvarı örmekten vazgeçmeyen azimli insanlar fazladan yoruluyor. Haksız yere suçlanabiliyorlar bile.
“Benim tuğlam” cılar malum tuğlaları üzerinden toplumdan kendileri için beklentiye giriyorlar zaman içinde. Ötekiler sustuğu için de bunların haklı olduğu sanılıyor bazen. Hep böyle olur ya, öyle işte. Beklentileri karşılanmayınca duvara kazma kürek saldıran da oluyor ama iyi ki sayıları az.
Oysa bir duvar bir çok tuğladan; bir mücadele de birden fazla etkenden oluşur. En önemli olan hangisidir bunu bilemeyiz. Çünkü hepsi bir arada olunca anlam kazanan bir şeydir bu. Ayrı ayrı harflerin tek sesi olup; uygun olanlar bir araya gelince “konuşma, yazı, hitap” olması gibi.
Olabilecek en kötü şey ise duvar epey yükseldiğinde, “bana ne ben kendi tuğlamı geri alıcam” cıların da ortaya çıkmasıdır. Tuğlasını çekip duvarı çirkinleştirmeye çalışan, tuğlasının önüne geçip illa ki beni görün diye deliren, başka hiç kimse tuğla taşımamışçasına bencilce duvarın önünde çöreklenenler. Her türlüsü çıkabiliyor.
Oysa duvar önemli, herkes için önemli. Her şeye rağmen yorgun argın da olsam, tüketilsem de iki tuğla daha getireyim diyenlere ayrıca selam olsun. Ki onlar vazgeçmez, anlamsız saçmalarla kendini yormaz, bencillerle mesafeyi güzelce ayarlar ve amacına odaklanır.
Hak mücadelesinin savunma ve var oluş duvarları, hem ihlalcilere karşı, hem tuğlasının peşinde kendisini rezil eden şuursuzlara karşı hızla yükselecek ve yükseliyor. Yeter ki vazgeçmeyelim.
Nasıl ki “çorbada tuzum olsun” diye atılan tuz artık geri alınamazsa, duvarın tuğlası da alınmamalı. Aksi halde duvar çatlıyor ve benim tuğlam diye tutturanlar da tarihe gömülüyor. Elbette tuğlanın yeri boş kalmıyor, hiç kalmayacak, kalmaz.
Şu anda kan ter içinde koruma duvarını hep birlikte örmeye çalıştığımız “Hayvan Hakları Kanunu” mücadelesine atfen yazıldı bu yazı. Bu yasa mutlaka çıkmalı, tuğlalar hala elimizde ve duvar bitene kadar taşımaya devam edeceğiz.
Not: Oysa bütün tuğlalar “benim tuğlam” diyerek derde düşmeyenlerin hepsinindir.
Av. Hülya Yalçın