Sevmek mi korumak mı?
Hayvan haklarını savunma düşüncesi, çoğumuz için küçük yaşlarda bir hayvanla geçirilen zaman dilimi ile başlamıştır. Daha hak ve koruma bilinci netleşmemişken bile, su verdiğimiz, evden yiyecek getirdiğimiz bir hayvana sataşan arkadaşlarımıza hatta yetişkinlere kızmışızdır. Çünkü bazı insanların hiç sebep, en azından anlaşılabilir bir sebep yokken kediye tekme atması, köpeği sopayla kovalaması berrak çocuk zihninde travma yaratır. Bu insanların ilerleyen yaşlarda toplumda sorun çıkaran, aşağılık kompleksine sahip, agresif ve genellikle istenmeyen sevilmeyen tipler olduğunu da zaten sürekli gözlemleyebiliyoruz.
Aslında hayvan “farklı” olması nedeniyle anlaşılamayan ve nihayetinde korkulan bir canlıdır. Düzgün düşünebilen, sakin ve adalet duygusu olan insanlar bu farkı anlamaktan, paylaşmaktan yana tavır alırken, diğerleri farklı olana saldırarak kendince “güç gösterisi” ne yeltenir. Çocuklukta da yetişkinlikte de böyledir durum.
Sevdiğimiz için zarar görmelerini istemediğimiz hayvanları insanlara ve doğal tehditlere karşı korumak isteriz. Bu o kadar doğal ve doğru bir duygudur ki, tartışma bile götürmez diyebiliriz pek çoğumuz. Ancak yaşadığımız dönemde hayvanlara karşı kötülükler neredeyse tarihteki tüm kötülükleri de katlayarak çoğalan bir yapıya dönüştü.
Hiç yoktan döven, zehirleyen, sapkın duygularını tatmin için tecavüz eden ve sonrasında kemiklerini kırarak öldüren insanlar toplumda daha çok görülmeye başlandı. İşin kötü yanı ise bunları yapan kişilere tepki duyulup yasal ve sosyal olarak müeyyide uygulanması gerekirken; olayların örtbas edilmeye çalışılmasına hayretle şahit olduk, oluyoruz.
Bu noktada yaşama saygısı olan, adaletli bir fikir yapısına sahip, sorumluluklarının bilincinde insanlarla tam aksi yönde duranlar arasında gerginlik olması da kaçınılmaz elbette. Pek çok konuda olduğu gibi hayvanlara yapılan kötülükler konusunda da iki taraf ortaya çıkıyor.
Bizim baktığımız noktada hayvana eziyet olan, kötülük olan her şey “önlenmesi gereken” durumdur. Mücadelenin özü artık budur. Sevmekle tanımakla paylaşmakla başlayan filler, başkalarının ihlal yaratan hareketleri nedeniyle boyut değiştirerek “korumak, kollamak” şeklinde devam eder.
Tam da bu noktada “sevmek” bölümünü tecrübe etmemiş kişiler bile yetişkin zamanlarında diğer etik duygulara sahip ve iyi kişilerse doğrudan koruma kollama aşamasıyla mücadeleye dahil oluyor, ki bu da çok normal, olması gereken doğru bir durumdur.
Koruma hareketi sanıldığı kadar kolay, sıradan ve sürdürülebilir bir şey değil günümüz şartlarında. Bu akşam karnını doyurup suyunu verip gerekiyorsa tıbbi yardımını yapıp güvenli bir yerde bıraktığınız kedi köpek ya da başka bir hayvanı belki birkaç saat sonra dövülmüş, ezilmiş, vurulmuş, zehirlenmiş perişan bir halde bulabiliyorsunuz. Düşününce dayanılır gibi değil. Hele duygusal bağ kurmuşsanız.
Başka insanların anlayamayacağı bir durum bu. Sevdiğiniz, hatta o farklı canlı tarafından sevildiğiniz, bunu her şekilde fark ettiğiniz nokta, başkalarına izahta zorlanılacak bir noktadır. Ülkemizde de birçok ülkede de hayvan “yararlı” değilse “gereksizdir” şiarı geçerlidir. Birkaç hayvanı belki evimize, çevremize alır doğrudan koruyabilir hayatımızı paylaşabiliriz. Ancak çok sayıda hayvan için bu imkansızdır. Derler ya, “seviyorsanız evinize alın” işte tam da bu durum. Sokaklarda yaşayan hayvanların hepsini evlere almak imkansız olduğu gibi, kurumsal yapılara doldurup viral hastalıklara açlığa ve esarete mahkum etmek de korkunçtur.
Son yıllarda özellikle sokaklarda yaşayan kediler köpekler üzerinden süren tartışmaların da ana kaynağı budur.
Yeryüzündeki her kaynağı kendi hakkı gören insan egemen zihniyetin, hayvanlara karşı giriştiği; kendilerince legal ve illegal yaşam hakkı gasplarına karşı mücadele epey zorludur. Örneğin av, mezbahalar, tıbbi ve uzay içerikli deneyler, geleneksel adıyla yapılan yarışlar vb., hayvanat bahçeleri, yunus esareti, sirkler tamamen “legal” yani yasaya uydurulmuş ihlallerdir. Geriye kalan dövme, sövme, zehirleme gibi sıradanlaştırılmış ihlallere de sözde bir iki ceza tanımlanmış ama uygulanması son derece zorlu bir yola bağlanmıştır.
Bütün bu süreçler hayvanı içinde bulunduğu tehlikeden kurtarmak için birer engel teşkil ediyorsa, her zaman dediğimiz gibi olay anında gözünüzü hayvana çevirin. Ne yapılması gerekiyorsa o an anlayacaksınız. Sokakta dövülen bir hayvana rastladıysanız öncelikle tıbbi, hukuki, sosyal ne yaparım diye düşünmeden en hızlı ve en az zararla onu ortamdan kurtarmayı düşünmelisiniz. Düşünmeliyiz. Elbette sonrasında gerekli makamlar aranır işlemler yapılır.
Özetle, hayvanları “sevmek ve korumak” çok kolay bir şey değil. Sevmek korumaya yetmez. Sadece sevdiği için ve kendi sevgisi için bir hayvanı kapatan, gezdirmeyen, yeterli hareket alanı vermeyen kişinin “sevgi” anlayışı aynı zamanda koruma olmadığı gibi “ihlaldir”.
Hayvanla birlikte yaşayan herkesin doğru kişi olduğunu sandığımız çok eski devirlerde bu kişilerin aynı zamanda başka hayvanlara karşı da duyardı olduğunu sanırdık. Tabii zaman ve yaşadıklarımız böyle olmadığını gösterdi. Evinde kedisi olan birinin balkondan diğer kedilere kaynar su döktüğünü de gördük; köpeğine tapan birinin sokaktaki başka köpekleri çivili sopayla dövdüğünü de. Yani sevdikleri şey “hayvan” değil, hayvana yansıyan kendi egolarıydı bu kişilerin.
O nedenle hep dediğimiz gibi siz “gözünüzü hayvandan ayırmayın”. Hayvanı nasıl sevdiğini anlatan kişilere de çok itibar etmeyin. Şüphesiz “sevmekten” aynı şeyi anlamıyoruz. Dünya kadar masraf yapıyorum, aman tatillere gitmiyorum bunun için diyen birinin, sırf otur kalk komutuna uymadı diye köpeğine kürekle vurduğunu gördüm gözlerimle. Yani hayvan söz konusu ise başlangıç ve en önemli şey “hiç kimseye yüzde yüz güvenmemek” tir.
Yani gözünüz hayvanda olsun. Çünkü bütün sevmeler, korumak ve saygı duymak anlamına gelmiyor.
Av. Hülya Yalçın