Hayvanları Sahiplerinden Koruyamamak
(Peşin not: Her ne kadar yazımın başlığında “sahip” kelimesini kullanmış olsam da, asla ve kat’a, birlikte yaşadığımız, hamiliğini yaptığımız hayvanların sahibi olduğumuzu kabul etmiyorum. Bir canlıya sahip olmak mümkün değil. Nasıl ki çocuk ailesine ait değilse, hayvanlar da onlara bakan insanlara ait olamaz. Yaygın kullanımı nedeniyle, anlaşılır olabilmek adına bu etik dışı sevimsiz kelime tercih edildi.)
Hayvan haklarını savunmaya karar vermişseniz, insanların çok büyük bir bölümü potansiyel hasım haline dönüşür. Nerede ne zaman bir ihlâlle karşılaşacağınızı bilemez, diken üstünde yaşamaya başlarsınız. Tam tepenize, çıplak gözle görülemeyen, takribi 150 m2‘lik alandaki her hayvan ile başlarına gelme potansiyeli olan her türlü tehlikeyi tespit etmeye yarayan bir radar yerleştirilmiş gibidir.
Şu telefonuna gömülmüş şişman kadının çocuğu elinde taşla köpeğe doğru koşuyor, vurur mu, durdursam mı, annesine seslensem bakar mı? En iyisi köpekle arasına doğru koşayım, arada durursam vuramaz köpeğe, çekinir benden.
Şu yolun kenarındaki kedi karşıdan karşıya geçmeye mi çalışıyor, ya araba çarparsa? Dur en iyisi ben de karşıya geçeyim de trafik kesilsin.
Şu arabanın motorundan kedi sesi mi geliyor? (Arabanın altı, üstü, etrafı dikkatlice aranır. Yeterince şanssızsam etek ve topuklu ayakkabı da giymişimdir, elim kolum da doludur, tadına doyum olmaz insanların “ne yapıyor bu manyak” bakışlarının.) Kedinin varlığından emin olamadım; ama yine de bir not yazıp sileceğe sıkıştırayım da araç sahibi motoru kontrol etsin.
Kamusal alanda bu şekilde faaliyet gösteren bu radar, hayvan sahibi olan arkadaşların/tanıdıkların evine gidince bambaşka bir işlev geliştirir: Bir anda kendimi Amerikan filmlerindeki, çok isteyip çocuk sahibi olamamış (yine bu kahrolasıca sahip kelimesi!) bu nedenle son çare olarak evlât edinmeye karar vermiş çiftlerin evinin çocuk yetiştirmeye ne kadar müsait olduğunu, çiftin anne-baba sorumluluğunu kaldırıp kaldıramayacağını incelemekle görevli bir sosyal hizmetler uzmanı olarak hissetmeme neden olur. Evdeki hayvanın türüne göre sohbetin içine sorular sokuşturmaya başlarım:
Günde kaç kere gezdiriyorsunuz köpeği?
Kediyle aşağı yukarı kaç saat oynuyorsunuzdur?
Bu kuş neden yalnız kafeste, hiç mi çıkarmıyorsunuz dışarı? Belki yanına başka bir kuş daha edinseniz daha az ürkek olur?
Hayatta kendimi hiç bir şeyin karşısında, hayvanlara yardım edemediğim zamandaki gibi çaresiz ve yetersiz hissetmemişimdir. Köpeğin haftalardır bahçede bağlı tutulduğunu, kedinin ortalığı tüy ettiği için tek bir odada bakıldığını, kuşun kafeste yalnız bir ömür yaşamaya zorlandığını her görüşümde bu hayatta ne işe yaradığımı sorgularken bulurum kendimi. Her nasılsa hayatıma dahil olmuş insanlar, ucuz sebeplerini ileri sürerek bir şekilde ellerine düşmüş hayvanları istismar ederken, burnumun ucundaki bu kötülüğe elim yetişmezken, sahi ben ne işe yararım?
Sistem öyle bir sistem ki, hayvanı yaşadığı ortamdan kurtarma hayalini bile kurdurmaz. Sahibi alamazsın dediği anda hayvanı almam demek, hırsızlık suçunu işlemem demek. Hadi bu olmadı, hayvanı bana verdi diyelim, daha ilk aşamada hayvanı a noktasından b noktasına götürecek vasıta bile bulamam. Çoğu kişi bilmez, taksi şoförlerinin sürüngeninden filine kadar her hayvana alerjisi vardır. Hele şehir dışında almışsak hayvanı imkânsızlıklar daha da artar. Uçaklar önceden rezervasyon ister, karne ister, belli bir kilonun üstündeki hayvanı bagaja tıkar, otobüsler kilo falan araştırmaz ille bagaja tıkar, tren zaten yok canını sevdiğimin ülkesinde. Vicdanlı biri çıktı ya da kıydım paraya naklettim diyelim, nereye yerleştireceğim, nerede bakacağım? Sokaklar, barınaklar hayvan dolu, sosyal medya yuva arayan hayvan ilânından geçilmiyor. Bu ortamda kim sahiplenir 5 yaşındaki tekir kediyi? Olduğu yerde bırakayım en iyisi. En azından yemeği suyu veriliyor, dayak yemiyor.
Yukarıdaki döngüyü kaç kere yaşadım, gerçekten bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var: Sahipsiz hayvanı korumak ya da kurtarmak, sahipli hayvana göre çok daha kolay. Hayatın her alanında olduğu gibi, işin içine insan unsuru girdiği anda zorluk seviyesi bir anda beşle çarpılıyor. Kendinden başka hiç bir canlıyla empati kuramayan, birkaç gün evden çıkamasa, birkaç gün başka insan görmese, birkaç gün soğuk balkonda kalması gerekse bin bir türlü mental ve fiziksel hastalık geliştirecek bu insanlara engel olamamak çok acı.
Keşke vicdan, merhamet, empati gibi özellikleri geliştirmeye, yemek gibi su gibi mutlaka ihtiyaç duysak, ne iyi olurdu.
Av. Ilgın İstenç Yalçınkaya
(http://derkenar.com/ilgin-istenc-yalcinkaya+hayvanlari-sahiplerinden-koruyamamak)