ÖZGECANLARI HANGİ ZİHNİYETİN ÖLDÜRDÜĞÜ AÇIKÇA BELLİ DEĞİL MİDİR?
“YASALARIN VİCDANLARIN İÇİNDE ÇALIŞIYOR OLMASI GEREK
VİCDANLARIN İÇİNDE BİR ŞEYLER ÇALIŞMIYOR İSE
HİÇBİR YASA KAR ETMEZ”
Bu sözler hepimizin canını yakan bir cinayetin gerçek mağdurlarının ifadeleri. Tarif edilemez bir travma yaşarken, bu vahşetin bütün insanlığın meselesi haline geldiğini, bunun bir kurtuluş vesilesi, güzelliklerin, mutluluğun, güvenliğin, barışın tüm Türkiye ve dünyada tesis edilebilmesi için vesile olabileceğini söylüyor bu nadide yürek. Ateşe düşmüş bir yüreğin içinden süzülen ve herkesi hayrete ve hayranlığa düşürecek kadar can alıcı bir yaklaşım bu. Eminiz ki çoğumuz bu tür bir acımasızlık ve nefretin karşısında asla ve asla bu yaklaşımı sergileyecek gücü ve büyüklüğü bulamayız kendimizde. Hepimiz şimdi bu vahşetin faillerine ve benzerlerine aynı şekilde karşılık vermeye gidecek kadar öfke ve nefretle doluyuz.
Bu ülkede 2014’te “bilinen rakamlarla” 296 kadın öldürüldü, 776 kadın yaralandı, 142 kadın taciz veya tecavüze uğradı !
Peki kadına yönelik süregelen bu şiddet, tecavüz ve cinayet davranışlarının sorumlusu kim ?
Herkesin hemfikir olacağı şekilde bu bir toplum sorunudur. Aynı şekilde bu bir eğitim ve kültür sorunudur. AMA EN ÖNEMLİSİ DE İNSAN HAKLARI SORUNUDUR.
Bu bağlamda ciddi bir bilinç devriminden geçmemiz şart gözüküyor. Peki toplumun gelişiminde ve değişiminde en büyük rolü üstlenen eğitim sisteminin dahi, son 50 yıldır eğitime yön veren zihniyetlerce yapboz tahtasına çevrildiği bir ülkede bu bilinç devrimi nasıl sağlanacak ?
Yaşanan bu kültürel iklimde, (acımasız bir egemenlik ilişkisiyle) “cinsel bir obje, bir anne, bir emanet, ya da namusun imgesi ve özel mülk“ olarak görülüp, tamamen erkeğin yönetimine bırakıldığı bir ortamda, kadını eşit haklara sahip bir birey olarak görmek adeta imkansızlaşmaktadır. Toplumların, kadını bir türlü eşit olarak göremeyen, “aile” kurumunun arkasına sığınarak mülkleştiren, bu şekilde korunup kollanacak ve giyiminden gülüşüne kadar her hareketine müdahale edebilecek bir ağ içine hapseden erkek egemen ahlakçı bir zihniyetin tahakkümünden kurtulmadığı sürece, bu tür suçlardan arınamayacağının çok iyi bilinmesi gerekmektedir.
Hükümet veya çeşitli siyasi özneler, toplumsal algıda etki gücü olan kurumlar, boşanma, aile, kürtaj gibi konularda kadının bedenine, yaşamına ve kararlarına yönelik söylemlerle kadına karşı işlenen suçlara açıkça ortak olmaktadır. Bir ülkenin siyasal yöneticileri (sözde kadınları gözeten bir bakış açısıyla) “kadın – erkek eşitliğine inanmadığını” beyan eder, “Tecavüze uğrayan doğursun. Gerekirse devlet bakar” diyebilirse, kadının kahkaha atmasını iffetsizlik” diye yorumlarsa bu kültür içerisinde kadının hem ruh özgürlüğüne hem beden özgürlüğüne pranga vurulur. Bu zihniyetler an gelir sadece kadın değil, tüm toplumun yerine en doğrusunu(!) düşünüp gerçekte kimi koruduğu belirsiz güvenlik(!) paketleriyle torba torba hayatımıza hükmederler. Siyasi iktidarlar, kadınların özgürleşmesini, kendi bedenleri ve hayatları üzerine karar almasını, egemenliklerine (hatta egolarına) yönelik bir tehdit olarak gördükleri için bu söylemleri dile getirmekte ısrarcı olurlar. Bu siyasi söylemleri duyan erkeklerde, sokaklarda, evlerinde kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde kontrol kurmayı kendilerinde bir hak olarak görmeye devam ederler.
Bu fikirlerin öner çıkarıldığı bir toplumda, tecavüzü hak edilen bir kavram olarak tarif edenler, kadının erkeğe hizmet etmek için var olduğunu sananlar, eşini, sevgilisini, kızını, boşandığı karısını dövme ve öldürme hakkını kendinde görenler, küçük çocuklarla evlenmeyi normal görenler zehirli bir sarmaşık misali her yeri sarar gider. Çünkü bu devleti yönetenler tarafından korunduklarını gayet iyi anlamışlardır.
Fakat burada sadece politikacıları suçlayarak bir yanlışa imza atılmamalıdır. Çünkü bu davranış biçimi aynı zamanda iç adaletsizliğimizin dışa yansıyan tarafıdır. Oğlunun eşine attığı tokadı öğrendiğinde, hemen gelinini sorgulayan ve suçlayan, evlenilecek kız-eğlenilecek kız ayrımı yapan, “evlenilecek” kızı bulduğunda, onu oğluna hizmetçi ve torunların bekçisi yapan, sahip çıkmayla sahibi olmanın farklı olduğunu çocuğuna anlatmayan, karşı cinse saygı duymayı öğretmeyen kadınların varlığı ise içimizi daha da acıtan ülke gerçekliğidir. Kadını da erkeği de ataerkil zihniyete biat etmiş cahil insanların çok olduğu toplumlarda insanlar bu şekilde kolay ölürler.
Bilindiği üzere otoriter toplumlarda öne çıkarılan hep erkek cinsiyetidir. Baskı ve şiddetin en tepesinde bu vardır. Kullanılan şiddette bu dilin yankı ve yandaş bulmasıdır. Bu zihniyet ataerkilliğin bütün nimetlerinden faydalanmaya asla itiraz etmez. Cinayete ortak olanlar; öldürülen Özgecan’ların kanı ellerine bulaşmamış gibi ‘sağda ve solda’ konuşmaya, fikir beyan etmeye ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ederler. Bu anlarda verilen sözler asla devamlılık gösteren bir davranışa dönüşmez ve 3 gün sonra unutulur. Bir kadının erkekten korunması gerekliliği bile, durumun acınası halini gözler önüne sermeye yeter de artar.
BU ŞARTLARDA ÖZGECAN’LARI HANGİ ZİHNİYETİN ÖLDÜRDÜĞÜ AÇIKÇA BELLİ DEĞİL MİDİR?
Kadın erkek eşitliğini temel alan politikalar üretilmedikçe, bu olaylarda failler caydırıcı bir şekilde cezalandırılmadıkça, topluma egemen olmuş şiddet kültürüne karşı önlem alınmadıkça bu sorunun çözülmeyeceği tartışmasızdır. Bu ‘öfke patlaması’ içinde Türkiye’nin önceki yıllardan son derece aşina olduğu ‘İdam geri gelsin’ polemiği ile bu sorunun çözülmeyeceği de son derece açıktır. “İdam kavramının siyasal kulislerde öne çıkarılarak tartışılması devletin bu cinayetlerdeki sorumluluğunu hasır altına itme çabasından öte bir davranış değildir. Bu tarz bir yaklaşım, kadınların yaşam haklarına her şekilde saldırı gerçekleştiren faillerinin yaratıcısı ataerkil sistemi, kadınları metalaştıran kapitalist sistemi ve toplumsal sorunları unutturarak, temize çıkaracak bir yaklaşımdır.
Bu cezalardan önce, mevcut yargılama sisteminin tartışılması gereklidir. Bu suçlarda sürekli olarak erkeklere verilen haksız tahrik indirimi, iyi hal indirimi, pişmanlık indirimi gibi, erkek şiddetini güçlendiren ve teşvik eden uygulamaların tartışılması ve cinsiyetçi pratiklerin mevcut yargılama sisteminden çıkarılması asıl ihtiyaç olandır.
Erkeklerin “çok pişmanım, karımı çok seviyordum, boşanmak istedi, aldatıyordu, erkekliğime laf söyledi, çok kıskandım, bir cinnet haliydi öldürdüm vb söylemleri ve savunmaları asla bir ceza indirimi nedeni olmamalıdır. Bu tür suçlar başta olmak üzere; Yaşam Hakkının İhlaline Yönelik suçların infaz sisteminde toplumsal adaleti sağlayıcı ve evrensel hukuk normlarına uygun bir düzenleme yapılmalıdır.
Bizler Hayvanlara Adalet Platformu mensubu hukukçular olarak, öncelikle ÖzgeCAN’ın acılı ama vakur duruşlu ailesine sabırlar diliyor, bu menfur eyleme karşı her şekilde yanlarında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz.
Kuruluş bildirgemizde ilan ettiğimiz üzere, canlıların farklılıklarına dayalı bütün ayrımcılıklara ve hak ihlallerine her koşulda karşı olan bizler; adalet sisteminin, ister sokakta, ister işte, ister evde; her alanda suçu zayıf olanda aramadığı, toplumsal kuralların dışında kalanların (kadınlar, çocuklar, azınlıklar, yoksullar, göçmenler, işçiler, savunmasız hayvanlar ve çoğaltılabilecek diğer örnekler) ötekileştirilmediği, baskı ve zulmün süjesi haline getirilmediği, tüm canlılar için yaşam hakkını gözeten, adalet ve hakkaniyet içeren bir düzen talebimizden vazgeçmeyeceğimizi, şiddetin azmettiricisi zihniyetle, faillerin arasında kalan tüm yurttaşlarımıza ilan ederiz.
MUSTAFA ÇAKI
HAYVANLARA ADALET PLATFORMU