ÜNİVERSİTELİ KADIN KOLEKTİFİ HUKUK ATÖLYESİ: TÜRKİYE’DE HAYVAN HAKLARI DURUMU-KARAR İNCELEMESİ
17 Mayıs Pazar günü, üniversiteli kadın kolektifinin düzenlediği online hukuk atölyesine konuk olduk. Çoğunluğu hukuk öğrencisi olan üniversiteli kadınlar ile Türkiye’de hayvan haklarının durumunu ve mevcut yasal düzenlemeleri konuştuk ardından karar incelemesi gerçekleştirdik. Hayvanların doğuştan gelen haklara sahip olduğunun, duyguları olan ve hissedebilen bilinç sahibi bireyler olduğunun kabul edilmesinin gerekliliğinden bahsederek başladığımız atölyede, hayvana şiddetin yıllardır neden suç kapsamına alınmadığını, Meclis’e ilettiğimiz talepleri, hayvan “sahibinin” sorumluluklarını, hayvan deneylerini, eğitimde vicdani ret hakkını, mezbahaları, süt endüstrisini, tehlikeli olduğu iddia edilen türleri, dövüşleri ve hayvanların yaşadığı birçok ihlali konuştuk. İhlal alanları o kadar geniş ki haftalarca konuşsak bitmiyor ne yazık ki.
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. Maddesi’nden, yani sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların bakımevlerinde aşılama-kısırlaştırma-rehabilitasyon-kayıt altına alınma işlemlerinin ardından ALINDIKLARI ORTAMA GERİ BIRAKILMALARINI esas alan maddesinden bahsettik. Bu maddenin değişikliğe uğramasının hayvanların katliamına yol açacağını anlatarak onların ölümüne ve tecridine sebep olacak hiçbir düzenlemeyi kabul etmediğimizi ifade ettik. Yurtdışından örnekler ile insanların evcilleştirdiği hayvanlara yıllardır neler yaşattıklarını, kısırlaştırmanın ihlal olup olmadığını, belediyelerin yaptığı katliamları konuştuk. Bir öğrenci arkadaşımız belediyelerin yapmış olduğu ihlallere ilişkin bir yaptırım olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Belediye Kanunu’nda yapılması beklenen düzenlemeden, denetim eksikliğinden, görevi kötüye kullanma suçundan, kesilen cezaların ihlali yapan görevliye rücu ettirilmesi gibi gerekliliklerden bahsettik. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin vermiş olduğu karara atıf yaparak Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi uyarınca hayvanların insanlar gibi hak sahibi olduğu açıkken, Türkiye hukukunda hala mal/eşya statüsünde olmasını tartıştık. Ardından 2018 yılında yavru kediye tecavüz eden failin, mevzuat uyarınca bir hayvana tecavüz ettiği onu öldürdüğü için değil de “Mala zarar verme” suçundan ceza almasını ve olayın ayrıntılarını konuştuk. Mezbahalarda yaşanan ihlallerden, hayvanların ölüm koridorlarında yaşadıkları işkenceden, öldürülürken çektikleri acılardan bahsettik. İnsanlar inekleri sürekli süt veren bir makine zannetse de aslında ineklerin zorla gebe bırakıldıklarını, tecavüz edilerek devamlı doğum yapmaya zorlandıklarını, doğum yapmalarının ardından yavruların ağzına annesinin sütünü içmesin -insanlar içsin- diye bir alet takıldığını, sütlerine el konulduğunu, annelerinden ayrılan yavruların genelde kesime gönderildiğini, dişiyse annesinin yaşadığı işkenceleri yaşamak üzere alındığını anlattık. Feministlerin, ayrımcılığa, işkenceye, köleliğe, şiddete karşı olanların aslında neden vegan olması gerektiğini konuştuk. Hayvanların köle olmadığını, zamanında kölelik nasıl yasalsa şimdi de hayvanlara yaşatılan zulmün yasal olduğunu ancak yasal olmasının meşru olduğu anlamına gelmediğini ifade ettik. Bir arkadaşımız hayvanı öldürme ve tecavüz etme suç olduğu zaman bunun mezbahalarda öldürülen, süt sektöründe kullanılan hayvanlar için geçerli olup olmayacağını sordu haklı olarak. Bu sorunun cevabına elbette hiçbir istisna tanınmadan her hayvan için geçerli olacak demeyi çok isterdik ama ne yazık ki bu hayvanlar görmezden geliniyor diyebildik. Onları görünür kılmaya, seslerini duyurmaya çabaladığımızdan bahsederek Meclis’te önceden hayvan hakları konuşulup ardından “köfteler yenirken” geçen yıl toplantıda bir vekilin “Bu ikramlarda hayvansal bir şey yok gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz.” dediği günleri gördüğümüzü anlattık. Bir arkadaşımız “hayvan hakları konusunu gördüğümde yine yalnızca kedi köpek konuşulacak zannetmiştim genelde öyle oluyor ama biz deneyden, birçok konudan konuşuyoruz ne güzel” dedi. Öyle haklı ki.. Genelde hayvan hakları denildiğinde çoğumuzun aklına yalnızca kedi köpek geliyor ama kuzu da tavuk da inek de fare de hayvan değil mi? Onların ve daha nicelerinin haklarını neden konuşmuyoruz? Sanırım cevabı: çünkü kedi ve köpekleri yiyen bir toplum değiliz. Onların derilerini yüzüp çanta veya kıyafet yapmıyoruz, sütlerini içmiyoruz dolayısıyla hayvanların yaşama hakkı dediğimizde kendimizle pek fazla çelişkiye düşmüyoruz. Ama işin içine kişisel hazlarımız, çıkarlarımız veya para girdiğinde hissedebilen, gözyaşı döken, acı çeken, bilinçli bir canlıyı öldürmekte, sömürmekte sakınca görmüyoruz. Onlarla ve belki de kendimizle yüzleşmekten kaçıyoruz. Yaşadıkları acıların videolarını dahi izleyemiyorken onların yaşadığı acıların sebebi oluyoruz, tabağımıza geldiğinde yiyoruz, annenin yavrusu için salgıladığı sütü lıkır lıkır içebiliyoruz. Görmek, duymak, bilmek istemeseniz de hayvanlar hak sahibi bireylerdir, hissederler, acı çekerler ve bizim onlara adalet borcumuz var. Borcumuzu ödeyene kadar da her yerde her alanda onları savunmaya, seslerini duyurmaya devam edeceğiz. Üniversiteli kadınlara bu konuyu ele aldıkları ve bizi davet ettikleri için çok teşekkür ederiz.
Av. Melike Özdemir Ballı