Malumun İlanı
Hayvan hakları mücadelesi sadece mevzuattan temellenen bir mücadele değildir. Bütün canlıların doğumlarıyla birlikte yaşam hakkını haiz olduklarını kabul eder ve bu doğrultuda argümanlar üretir, stratejiler geliştirir. Çeşitli kağıt parçalarında hayvana şiddetin suç olmadığının, bazı hayvanların yaşam haklarının olmadığının yazıyor olması, yazılanları doğru hâle getirmiyor. Bütün hayvanlar yaşam hakkına sahiptir ve hayvana şiddet suçtur. Mevzuya diğer taraftan bakacak olursak; kağıt parçalarında yazanların değişmesi, toplumun bazı konulara bakış açısını, davranışlarını da değiştirmiyor. Bu nedenle mevzuatta yapılan değişikliklerin uygulamaya yansımalarını görebilmemiz yıllar alıyor.
Bu bakış açısıyla hareket ettiğimiz için, 2004 yılında Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce ve sonra mevcut koşullara göre çeşitli mücadele yöntemleri benimsedik.
2004 yılında Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden önce, yani köpekleri öldürmenin yasal olduğu ve bu öldürme görevinin belediyelere verildiği dönemde, belediye araçlarının, tüfekli belediye görevlilerinin önlerine atlayarak sürdürülen bir mücadele vardı.
Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girişi, teoride çok şeyi değiştirdi. Öldürülmeleri yasal olan köpeklerin öldürülmeleri yasaklandı, yıllarca “sokakta köpek görünce belediyeye haber ver, gelsin öldürsün” denilen topluma “sokak köpekleriyle birlikte yaşayacaksın” denilmeye başlandı, “sokakta köpek gördüğün yerde öldür” şeklinde talimat alan belediye görevlilerinin talimatları “sokakta köpek gördüğünde besle, tedavi et” şeklinde güncellendi, yine benzer şekilde belediye görevlilerine daha düne kadar senin köpeklere doğrulttuğun tüfeğin önünde durup köpekleri koruyan gönüllülerle birlikte çalış dendi. Bütün bu değişim kolay değil, zaten başta da vurguladığım gibi bu sadece teorideki değişim, uygulamada böyle bir değişim yaşamayı başarabildiğimiz birkaç istisna dışında söylenemez.
Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girişinin uygulamada yarattığı değişimlere gelecek olursak; belediyeler köpekleri sokaklarda alenen öldürmek yerine, kurdukları bakımevlerine götürüp orada kapalı kapılar ardında öldürmeye başladılar ya da sokaklardan topladıkları köpeklerimizi direkt öldürmediler ama ormanlara atıp ölüme terk ettiler. Popülasyon kontrolü amacıyla getirilen kısırlaştırma uygulamasını, kısa yoldan köpek öldürme aracı olarak kullandılar. Birlikte çalışmaları gereken gönüllüleri bakımevlerinin kapılarından içeri sokmadılar, gönüllülerin haberleri olmasın diye köpekleri gece saatlerinde topladılar. Hatta işi iyice ileri boyutlara taşıyıp köpekleri istediğim gibi toplarım, kanunu uygulamak zorunda değilim şeklinde açıklama yapacak noktalara geldiler. Bunlar hem yakın geçmişimiz hem de şimdimiz, yani hepimizin hâlihazırda yaşamaya devam ettiği olaylar, o yüzden örnekleri uzatmaya gerek yok. Sadece şu vurgu önemli; kanun değişikliği her şeyin çözümü değil, kanun değişikliği sadece mücadelenin safını tüfek önlerinden bakımevi kapılarına, ormanlara taşıdı ama yoksa zorluğundan, gücünden ve hızından hiçbir şey eksiltmedi.
Bu yaşananlar üzerinden düşünürsek; toplumda birey profilini hayvan hakları özelinde ama aslında yansımaları itibariyle genel anlamda üç farklı kategoride tanımlayabiliriz. Birinci grup; hayvanların yaşam haklarının farkında olanlar ve herhangi bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç duymadan buna saygı gösterenler, ikinci grup; hayvanların yaşam haklarına saygı göstermeye ancak buna aykırı davranışların yasak olduğunun bir yerlerde yazmasıyla ikna olabilenler, üçüncü ve en zor grup; bunun yasak olduğunun bir yerlerde yazmasının da yeterli olmadığı, aykırı davranışı hâlinde ağır bir yaptırımla karşılaşacağını bilmeye ihtiyacı olan “ne de olsa cezası yok” düşüncesindeki insanlar. Manzaraya bu kategoriler üzerinden bakınca; ihtiyacımızı önem sırasına göre toplumda hayvan hakları konusunda bilinç oluşturma, hayvanların yaşam haklarını ihlal eden fiilleri yasaklayan bir kanun, bu fiillere aykırılığın caydırıcı yaptırımlarla cezalandırılması olduğunu görüyoruz. Toplumda bilincin oluşması hemen yapabileceğimiz bir şey değil, adım adım zamanla başarabileceğimiz bir konu. Adımları çok küçük atmamıza rağmen hızı yüksek olmasa da pozitif yönde bir artış eğilimi olduğunu söyleyebiliriz. Hayvanların yaşam haklarını ihlal eden fiilleri yasaklayan bir kanun Hayvanları Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 2004 yılından beri elimizde mevcut. Caydırıcı yaptırım konusu ise aslında hızlıca çözebileceğimiz ama nedense kanun koyucunun imtina ettiği en pratik ihtiyacımız.
Şu sıralar Hayvanları Koruma Kanunu’nda bir değişiklik yapılmasının arifesindeyiz. Aslında 2011 yılından beri süren oldukça uzun bir arife dönemi oldu. Olumsuz tecrübelerimiz nedeniyle bu sefer de başarabileceğimizden emin değiliz. Değişikliğe ilişkin beklediğimiz ilk şey mevcut kanundaki hayvan lehine hükümlerin korunması, en temel ikinci beklentimiz ise caydırıcı yaptırım meselesi. Yukarıda açıkladığımız üçüncü grup birey modelini, kısa vadede durdurabilmemizin tek yolu bu. Bu konudaki somut talebimiz de alt sınırı üç yıldan az olmamak üzere hapis cezası yaptırımı. Talebimizi bu şekilde oluşturmamızın temel nedeni; failin cezaevine girmesinin, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, cezanın ertelenmesi, adli para cezasına çevirme, infaz uygulamaları ile engellenmemesi, cezaevine girerek gerçek, caydırıcı bir yaptırıma maruz kalması.
Peki varsayalım caydırıcı ceza konusunda talebimiz kabul edildi ve kanun talebimize uygun şekilde çıktı, uygulamada bunun sindirilmesi ve uygulanması sorunsuz olabilecek mi? Tabii ki olmayacak, Hayvanları Koruma Kanunu’nun 2004 yılında yürürlüğe girişiyle, bildiği her şeyi güncellemek zorunda kalan belediye görevlilerinin uygulamada yarattıkları problemlerin benzerlerini, bugüne kadar hayvan deyince yerinden kalkmamayı tercih eden polislerle, hayvan deyince bizleri odasından kovan, takipsizlik kararı vermeye alışmış savcılarla, hayvana şiddet fiillerine ilişkin duruşmalarda “bu itin sahibi kim” diyen hakimlerle yaşayacağız. Mahkemelerin kararlarının hüküm bölümüne “sanığın hayvanı öldürmek nedeniyle ….. yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına” yazdırmak kolay olmayacak ama bunu başarmaya başladıktan sonra devamında çok da güçlü ilerleyeceğiz.
Zaten kanun koyucu da daha ortada kanun yokken belli konulardan endişe duymaya ve önlemler aramaya başladı. Savcıların iş yükleri artmasın diye sokaklarda yaşayan hayvanlar için sadece Tarım Orman Bakanlığı’nın, sahipli hayvanlar için sadece sahibinin şikayetiyle soruşturma açılsın, Savcılık resen soruşturma başlatamasın şeklinde öneriler dolaşmakta. Böyle düzenlemelerin kanunda yer almaması için tabii ki mücadele ediyoruz, edeceğiz ama bu noktada yazının başına dönmek gerekiyor, onların o kağıda yazdıkları Anayasa’dan temellenen şikayet hakkımızı engellemeye yönelik ifadeler bizleri durduramaz. 2004 öncesi ortada kanun yokken de, kanun adli yaptırımsız olarak yürürlüğe girdikten sonra da Savcılıkları suç duyurusuna boğuyorduk, bunu yapmaya devam edeceğiz. Hayvana şiddetin suç olduğunu biliyoruz, bunu birilerinden duymaya ya da bir yerlerden okumaya ihtiyacımız yok. Bu fikirleri üretirken amaçları Savcılıkların iş yükünü azaltmaksa, başarılı olma ihtimalleri pek yok. Savcıların, hakimlerin odalarından kovulduğumuz, hukuk bilmezlikle itham edildiğimiz günlerden, cinsel şiddete maruz kalan kedinin duruşmasının yapıldığı salonu yüzlerce kişinin doldurduğu ve failin tutuklandığı günlere geldik, Ankara Batıkent’te köpekleri zehirleyenlerin çevreyi kasten kirletme ve mala zara verme suçlarından on sene hapis cezası aldıkları günlere geldik. Temel olarak yaşam hakkından, ona ek olarak elimizdeki tüm kanunları tırmalayarak elde ettiğimiz verilerle hayvanlarımıza zarar veren faillerin cezalandırılmaları için bugüne kadar neler yaptıysak bundan sonra onları yapmaya devam edeceğiz. Kimse bizim hayvanlara yönelik hak ihlalleriyle ilgili suç duyusunda bulunmak için Tarım Orman Bakanlığının ya da hayvanın sahibin keyfini bekleyeceğimizi düşünmesin.
Biz bu mücadelede, harekete geçmek için kanun koyucunun, kamu kurumlarının ya da yargı organlarının keyiflerini bekleseydik; hâlihazırdaki kanunda da öldürülmeleri yasal olan ve kanun değişikliği gerçekleşse bile bu durumun değişmesinin pek olası görünmediği; mezbahalarda, avlanarak, deneylerde, yarıştırılarak, güreştirilerek, esir tutularak öldürülen hayvanlarımız için mücadele edemezdik. Tekrar vurgulayalım, bütün hayvanlar doğumlarıyla birlikte yaşam hakkını haiz olurlar ve bizim inandığımız tek doğru budur.
Nihayetinde, kanun koyucuya da bu vesileyle seslenmiş olalım, sizden istediğimiz kafanıza göre yeni bir şey yaratmanız değil, malumu ilan etmeniz. Malumu hatalı ya da eksik bir şekilde ilan ederseniz, şimdiye kadar olduğu gibi biz sizin ilan ettiğiniz kağıt parçasına değil maluma itibar edeceğiz.
(https://www.sivilsayfalar.org/2021/02/01/malumun-ilani/)