Hayvanlara yönelik şiddetle yüzleşmek zorundayız
Geçtiğimiz aylarda İzmir’de bir üniversite öğrencisinin köpeği ve arkadaşlarıyla beraber gece yarısı yarattığı vahşeti eminim pekçoğumuz biliyoruz.
Basında da sıkça yer aldığı gibi, gençler gece geç vakitte bir büfenin kenarında kutu içinde yatan yaşlı ve hasta bir kediye musallat oluyorlar. Musallat diyorum çünkü bu tam anlamıyla musallat olmak tır.
Önce köpeği kedinin üstüne saldırtma çabaları, sonuç vermeyince de tekmelerle kendilerinin şiddet gösterisi başlıyor. Çoğu kişi dayanamayıp daha görüntülerin yarısında bu işkenceye bir son verdiğini itiraf ediyor. Önemli bir nokta; bakmaya bile dayanamamak!
Sonuç olarak savunmasız sokak kedisi aldığı darbelerle ölüyor. Sonra öğreniyoruz ki bu hayvan zaten yaşlı ve hasta bir hayvanmış. Yapılan tüm görüşmeler, başlatılan hukuki süreç ve toplum infiali ile çıka çıka yaklaşık 500-600 TL.lik bir para cezası ile olay kapanıyor.
Bu konuyu ısrarla takip eden bizler için olay öyle bir noktaya geliyor ki; bir kedi için bir genci feda etmeyelim tartışmaları başlıyor. Ne büyük yanlış. Ortada feda ya da tercih yoktur. Ortada büyük bir ADALETSİZLİK vardır. Dindirilmeyen kamu öfkesi vardır, vicdan yarası vardır. Kontrolsüz ve tehlikeli bir şiddet gösterisi vardır. Linç kültürüne yatkınlık gösteren toplumumuzda ise makas oldukça sert biçimde ayrılıyor hemen. Şiddetin mağduru olan kedi yerine, dindirilmemiş adalet ve vicdan duygusunu haykıranların hedefi olan gencin mağduriyeti oturuveriyor gündeme. Kanımca yanlışlık da burada başlıyor. Devletin görevi, şiddetin bilinen ve ortak tanımından yola çıkarak ve önceden belirleyeceği önlemlerle ondan önce harekete geçmiş olmaktır. Bunda gecikti ise de hemen şiddet eylemini sert ve tavizsiz şekilde cezalandırmaktır. Mağduru ya da faili ön plana çıkararak başlatılan suni tartışmalar ŞİDDETİ DURDURMAZ, besler, makası da daha sert biçimde açar.
Kamu vicdanını, hayvan seven ya da sevmeyen herkesin adalet duygusunu derinden yaralayan bu olayın sırf kanunda o şekilde tanımlanmadığı için basit müdahalelerle (kabahatler içinde değerlendirilerek) geçiştirilmesi kabul edilemez. Tıpkı diğer hayvan yaşam hakkı ihlâlleri gibi bu da toplum vicdanında derin kanlı bir iz bırakır. Bu izler bir süre sonra duyarlı, sağduyu sahibi ve vicdanî sorumluluk taşıyanları o derece rahatsız edici boyuta varır ki, adaleti kendileri tesis edebilmek için haklı gerekçeler bulmaya çalışırlar. Ve üzülerek belirteyim bu durumda bulmaları hiç de zor değildir. Gerisi tam bir kaos cümlesidir. Kediden yana olmak, çocuktan yana olmak argümanları, her iki canlı arasındaki güç, beceri, fiziksel farklılıkların derinliği de dikkate alındığında ciddi bir yarılmayı işaret etmektedir.
Konuşulması gereken, şiddetin kendisi. Mağduru ya da faili üzerinde yoğunlaşmanın çözüme katkısı yok. Sonuçta savunmasız, sahipsiz, çaresiz bir hayvan gerçekten anlamsız bir şiddetle ve hunharca katledilmiştir.
Meclise bıkıp usanmadan sunduğumuz tasarıların en sonuncusunda özellikle bunu işaret ettik. Hayvanlara karşı hunharca hisle kötü muamele etmek, tecavüz etmek, öldürmek fiilleri artık kesinlikle yasalarda suç olarak tanımını bulmalıdır. Aksi halde çok yakın bir zamanda hayvansevenler ve karşıt görüşlü insanlar arasında yaşanabilecek olaylar hem toplumu, hem adli müesseseleri ciddi boyutta zorlamaya başlayacaktır.
Zavallı canlıları anlamsız bir şiddetten koruyabilmek için girişilen bu mücadeleye karşı duracak kimsenin bulunmadığına inanmak isterim. İzmir’deki Işık kedi için çok geç. Ama sokaklar yüzlercesiyle dolu. Üstelik hepsi için aynı tehlike hâlâ sokakta. Bu tehlikenin sadece hayvanlar için olmadığını da her gün basında binlerce örneğiyle izlemekteyiz.
Av. Hülya Yalçın
(http://derkenar.com/hulya-yalcin+hayvanlara-yonelik-siddetle-yuzlesmek-zorundayiz)